Ankara ve İstanbul Barolarının, Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Erbaş hakkında yaptıkları provokatif açıklamaları kınıyoruz
Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca çok sayıda darbe ve darbe girişimine maruz kalmıştır. Bu olumsuz tablolar neticesinde yönetim zafiyetleri yaşadığı için ülkemizin gelişimi sekteye uğramıştır. Yakın tarihe baktığımızda siyasi istikrar sağlandığı zamanlarda demokratikleşme ve ekonomik kalkınmada gelişmeler yaşanmıştır. Bu istikrarlı yönetimin varlığında dahi son on yıllık süreçte darbe girişimleri, müdahaleler ve geniş çaplı provokasyonlara maruz kalınmıştır. Ancak geçmişten farklı olarak güçlü bir siyasi irade ve kararlı bir sivil duruş sayesinde bu tip art niyetli çabalar sonuçsuz kalmıştır.
Son on yıla baktığımızda yaşanan provokatif eylemlerin başını çeken yapılar arasında maalesef Baroları da görmekteyiz. Misyonu, avukatlar arasında meslek dayanışmasını sağlamak olan Baroların, kuruluş amacıyla uzaktan yakından alakası olmayan bu tarz bildiriler yayımlamaları, maalesef daha önce de karşılaştığımız bir durumdur. Cumhuriyet mitingleri, 17-25 Aralık ve Gezi olaylarında aktif rol oynayan baroların son dönemde yine planlı provokatif eylemler içerisinde olduğunu görmekteyiz. Suriye’de yürütülen Barış Pınarı Harekâtı, başta uluslararası hukuk hükümleri, BM, NATO olmak üzere bütün dünyada meşru müdafaa olarak görülürken İzmir Barosu bunun aksini iddia eden ve derhal harekâtın sonlandırılması gerektiğini ifade eden bir bildiri yayımlamıştır. Adeta kendi devletinin hukuki müdahale hakkının karşısında durarak orada bulunan terör unsurlarının yok edilmemesini istemiştir.
Yeni Anayasa yapım süreçlerinin yoğunlaştığı 2016 yılında ise İstanbul Barosu bir açıklama yaparak sürece dair “Kaygılıyız”, “Uyarıyoruz”, “Söz Veriyoruz” ve “Kimse umutsuz olmamalıdır” ifadelerini kullanmış ve diğer Barolardan da destek görmüştür. Unutulmamalıdır ki barolar yasa koyucu değillerdir. Bu görev TBMM’ye aittir. Avukatların dayanışma örgütü olan bir baronun ülke siyasetine dair bir bildiri yayımlaması ve bu tarz hukukilikten uzak ifadeler kullanması çok şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücüdür. Son dönemde ise, 24 Şubat 2020 tarihinde 25 baronun birlikte kaleme aldığı bildirinin hemen ardından 2 Mart 2020 tarihinde İstanbul Barosu öncülüğünde Yargıtay’a yürüyüş planlanmış ancak önce Suriye’den gelen şehit haberleri ve ardından COVID-19 virüsünün neden olduğu salgının hayatımızı etkilemesi üzerine yürüyüşü erteleme kararı alınmıştır. Burada başarılı olunamayınca bu sefer, ülkemizin Koronavirüs salgını ile mücadelesi devam ederken yine önemli bir kriz ortamında, Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbe içeriği bahane edilerek 26 Nisan 2020 tarihinde Ankara Barosu tarafından tahrik edici, pespaye bir metin hazırlanarak yeni bir sürecin fitili ateşlenmiştir. Ertesi gün adeta pusuda bekleyen İstanbul Barosu da açıklama yaparak bu provokatif eyleme destek olmuştur.
Ankara Barosu, son derece tahkir edici ve hakaretamiz bir dil kullanarak inanç hürriyetine ve sivil özgürlüklere zarar veren hatta toplumsal infiale yol açabilecek sinsi bir bildiriye imza atmıştır. Kritik zamanlarda üç büyük ilin Barosunun sırayla bu tarz bildiriler yayımlamaları, faaliyetler organize etmeleri, sistematik bir planın parçası olduklarını göstermektedir.
Bu açıklamaları Türkiye Hukuk Platformu olarak en sert biçimde kınamakla birlikte, bu kadar kışkırtıcı bir metnin kaleme alınması karşısında toplumun nasıl tepki vereceğini iyi bilen baroların niyetlerini anlıyor ve siyasi irade ile sivil toplumu suhuletle hareket etmeye davet ediyoruz.
TÜRKİYE HUKUK PLATFORMU